bakır bir gökyüzünde
istediği gibi yağdı yağmur
cadde başlarında telaşesi insanın
gök dingince boşalıyordu
habire koşuşturmaca
...
seni alıp bir yola çıkıyoruz sonra
dünyanın kalbini arıyoruz
bir sağnak daha
çağımız öldürmüştü erdemlerini
yenisini doğurmamıştı kadınlar henüz
derken bir fil sürüsü geçiyor aklımızdan
1840'da bir yanardağ patlıyor
göğünü kapkara bulutlar sarıyor insanın
umutsuzluğunu kuşatıyor
ve hatta sis gibi bir perdeyle
zihnine hükmediyor bi süre
ağrı çökeldi
filler rehin kaldı bulutta
...
bizim gezegenin insanı umutsuzdur biraz
yanlış yerde arar doğruyu
kuşku duyar güneşin hükmünden
rakamlar
geyik avcıları
ve
örümcek ağları sarmıştır etrafını
oysa çölde yıllar sonra
bir duvar bulmuştu Musa.
Duvarın dibinde
henüz yemişe durmamış bir karadut
ama buna rağmen sinek ölüleri dallarında
zaman kendini işlemişti taşa
hemen yanıbaşında
böylelikle bir bilinci olmuştu nesnenin
öte yandan
dişleri yumruk gibi sıkılı fareler
çağa kendini dayatıyordu
duvarı kemirmekte
mahirdiler
...
...
Dünyanın bir rahmi olmalı
tıpkı kalbi gibi bir de rahmi
yoksa bunca telaşı nasıl doğurur insan
ve nasıl geçer başkasına
bir başkasına sonra
yanardağ sadece taş bırakmıştı kursağında
nice filin ömrünü almış,
bekliyordu orda
bir sağnak yağmurun altında
beklemek bir cenaze buluşması gibi
hırçın fakat sakince
düz yolda yürümenin provası
derken diniyor yağmur
ve sessizce dağılıyor insanlar
oysa bir tehdit gibi duruyor hala
kapkara bulutlar
ve umut odur ki
bir karanfil
rahmini yırtarak dünyanın
göğe doğru yükseliyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder